Hollanda da var da neden bizde yok ?

Bizim ülkemizin tarımsal üretim şekli ile Hollanda veya diğer Avrupa ülkelerinin üretim şeklinde önemli bazı farklar var.

Bizim ülkede tarımsal üretim kolaydır. Çiftçi olarak adlandırılan ve tarımsal üretimi yapanlar işletmeci değil sadece karnını doyurmak isteyen köylülerdir.

Tarımsal üretimle Ziraat Mühendisleri veya sermayedar işletmeciler uğraşmaz. Uğraşanların sermayeleri yoktur ve bilimsel bir yanlarıda yoktur. Üretim doğaçlama veya babadan görüldüğü şekliyle yapılır.

Bu üretimde ne işletmecilik ne de bilim yoktur. Çünkü bizim ülkede toprağa tohumu atıp beklemek yeterlidir.

Ayrıca çok uzun seneler bu topraklarda bir kişinin kendi başına büyük üretimlere girmesi hep tehlikeli olmuştur. Kendine yetecek kadar yetiştirirsen kimsenin sende gözü olmaz.

Savaşta vergi, korunma ihtiyacından doğan ağalık sistemleri ilk ve asıl üretici olan köylüyü hiyerarşide her zaman en alta koymuştur.

Bunlar durumun çokgenel hatları.

Cumhuriyetin kurulmasıyla en sonunda biri çıkıp bu durumu farketmiş ve "Köylü milletin efendisidir" demiş. Çünkü bütün milletin var olmasını sağlayan yiyecek üretiminin aslında en alttaki değersiz kılınmış durumdaki köylü tarafından yapılmakta olduğunu bilmiş.

Üretimin daha bilimsel, daha verimli olabilmesinin yollarından biri de üretimi yapanın bunun kaymağını yiyebilip kendini mutlu hissetmesinden geçer. Adam yerine konmak mutlu hissetmenin birinci şartıdır.

Fakat bu tespiti yapan,


Türkiye' nin neresi fakir ?

 Türkiyede kişi başına düşen para seviyesi bir miktar arttı. Para her tür insana daha fazla yayıldı. Dışardan ürün girince içerde de yapılmaya başladı. İnsanlar arasında bir sınıf farkı vardı kayboldu. Her işe her tür insanın önü açıldı. Şimdi bizim bina hizmetlisi yarın kafayı kırıp bir firma kurup bir ürünün ihracatını yapmaya kalkabilir. Önü açık kimse yadırgamaz. Eskiden adam yerine konmazdı alt sınıfdı.

Toros köylerinin birindeki çoban bir anda patron olup yanında işçi çalıştırmaya başlayabilir. Eskiden olamazdı, bir çoban olarak işlemlerini yaptıramazdı aşması gereken büyük bir anlayış, bakış açısı engeli vardı. Şimdi yok. Yadırganmaz.                                  tamnland.com

Bir işletmenin bekçisi araba sahibi olamazdı. Babadan kalma parası olsa bile almaya korkardı. Kendini gizler sınıfına uygun davranma yolunu seçerdi.

Çocukken Amerikan filmelerinde şehirden uzak bir kasabada ambulans ve fiyakalı polis arabası gördüğümde düşünürdüm. Bunlar çok zengin bir ülke bu yüzden köyleri şehire benziyor ve her türlü teknik imkanı devletleri sağlamış derdim. Zamanla bunun bir para sorunu değil bakış açısı sorunu olduğunu anladım.

Ülkemizde mutlaka bir para artışı oldu ama bir ülkede para ne kadar çok olursa olsun eğer bu parayı herkese

yaymak gibi bir dert yoksa insanlar sindirilmişse kimse hiçbir şeyi sorgulayamıyorsa bu para bir yerlerde birikir veya buhar olur uçar. Bizde bu oluyordu. Şimdi olmuyor. Bu konuda Cumhuriyet tarihi boyunca bir çaba oldu sonunda artık kabuğuna sığmadı patladı. Yani bu durum sadece son hükümetin işi değil Cumhuriyetin ilanı ile başlamış bir yaklaşım. Karınca hızıyla ilerlerken, Özal' la hızlandı. Şimdiki hükümetle iyice rahatladı. Sadece parasal boyuttur bahsettiğim.

İstanbul' da yaşayan bir banka memuresinin beğenmediği işini arzu ettiğinde değiştirme lüksü var artık. Edirne' deki bir fabrika işçisinin sevmedim bu fabrikayı şu fabrikaya geçeceğim diye çabaya girme şansı var. Doğuya kaydıkça bu lüks kayboluyor. Mesela Konya da çalışan bir fabrika işçisi işine çok daha sıkı sarılır. Artvin' de


"Hamburger" le yapılan, "Döner" le olmaz mı ?

Buna kafa yormaya değmez. Çünkü çok kafa yorulacak bir şey değil.

Bir ürünün, bir yiyeceğin, bir hızlı yemeğin yani fast food un dünya geneline yayılabilecek bir marka olması herkesce aranan tercih edilen bir taam olması için tadının harikulade olmasından çok pazarlamasının yapılabilmiş olması gerekir.

Tadı güzel, insanın açken arayacağı, yemesi kolay herhangi bir ürünü dünya genelinde markalaştırabilirsiniz. Döner ya da hamburger. Bu farketmez. Farkedecek olan şey pazarlayabilmeniz.

Hacıoğlu lahmacun örneğin. Kuruldular büyümekle meşguller. Mc Donalds türü kampayalar yaparlar. İlk başladıklarında fırında yaparlardı şimdi makinede üretiyorlar. Heryere bayi veriyorlar. Markalaştılar şimdi büyüyorlar. Yemesi kolay hoşa giden bir lezzet. Sonuçta lahmacun. Dünya çapında olmak pek kolay bir iş değil. Bana sorarsanız döner lahmacundan daha şanşlı bir yemek, dünya çapında bayileşmek için. Ama sıkıysa yapın. Sermaye, akıl, yayılabilme, üretimde pratikleşme, standartlaşma . . .  Bir sürü unsurun bir arada dosdoğru gelişmesi lazım.

Bunun birlik olabilme ile de bir ilgisi yok. Muhtemelen bilinen dünya markaları da birlitelikler sonucu doğup büyümemiştir. Birisi çıkıp işi büyütmüş belki ondan sonra ortaklıklar doğmuştur.

Yıllardır bir Colanın formülü hikayesi vardır. Marifet colanın tadını yakalamak değil o içeceği dünyaya yayabilmektir.

Eskiden bir çok şehirde Panda dondurma vardı. Günün birinde Algida çıktı geldi bütün bayileri sildi süpürdü. 20 Algida dolabına karşılık bir Panda var artık. Muhtemelen isteselerdi piyasadan tamamen silerlerdi ama


Ortaklıkta Neler Yapılmalı ?

 Yazı çizi, senet sepet, sözleşmeler yazılı sözlü akitleşmeler elbette doğru işlerdir işe yararlar ama kilit dost içindir. Bu demektir ki kişi bir kurala uymaktan vazgeçtiyse iç dünyasında uymamanın bir yolunu bulur. Bütün bu evraklar bazı şeyleri engelleyemez. Bütün bu evraklara sağlamcılığa rağmen sistem hasta olur.

Ortaklıklar zaten güvenilmeyip sevilmeyen kişilerle yapılmaz. Bir güven bir samimiyet bir inanç zaten vardır. Azdır ya da çoktur ama vardır. Hiç yok değildir. Hiç yoksa ortaklık kurulmaz. Ve bozulan skıntıya düşen hasta olan ortaklıkların hepsi az güvenin olduğu durumlarda çıkmaz, güven duygusunun en yüksek olduğu ortaklıklarda da gayet güzel bozulabilir.                               tamnland.com
                                                       
Güvenmek korumuyor , yazıp çizmek korumuyor ne yapmalı ? Yürüyen ortaklıklar nasıl oluyor da yürüyor ??

Gene esas olan güven duygusunun en üst seviyede tutulmasıdır bu ortaklıkları yürüten.

Güven konusunda çok da itibar sahibi olmayan biriyle bile ortaklık kurulabilir. Yeter ki bu kişinin güvenilir olma duygusu belli bir seviyenin üzerinde tutulabilsin.

Aslında her insanın içinde hır sızlık vahşet şiddet çalma çırpma nakörlük etme kendi çıkarını en üstte tutma dürtüleri vardır. İyi bir insanın içinde beyninin dibinde ama vardır. Tam tersi de vardır insanlarda. Bir hırsızın da içinde dürüst olma içgüdüsü aslında mevcuttur. İnsanoğlunun çiğ emmdiği bu yüzden söylenir.

Herkes yaşadığı ortama büyürken çevresinden aldığına ve az miktarda da genetik miraslarına göre şekillenir gider. Yeşil gözler genetikten başka bir şeye bakmaz da hırsızlığa genetiğin etkisi epey zayıftır.

Temel şart ortak olunacak kişinin iş yapabilme