GDO Nedir ? Nasıl Yapılır ? Neden Korkulur ?


Çok tartışılan ancak anlaşılması zor bir şey GDO. Bu sebeple bu yazımda bunun ne olduğunu, olabildiğince anlaşılabilir bir şekilde anlatmaya çalışacağım.
Temel olarak kısaca şu iki tanımı yapalım:
Genetik değişim (GD) modern biyoteknoloji teknikleri kullanarak bitki veya hayvan gibi bir organizmanın genlerini değiştirmektir.

Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) genetik değişim yolu ile farklılaştırılan bir bitki, hayvan ya da diğer bir organizmadır.

GD, geleneksel ıslah teknikleri ile yapılamayacak yollardan bir organizmanın genlerini değiştirebilir.
Benim birçok kişiye sorup doğru düzgün cevap alamadığım bir soru var:
Gen nerededir?
Evet sürekli bahsedilen, genetik bilgiyi de taşıyan bu çok önemli/gerekli şey gen nerededir ve nedir?

Bunu açıklamak için gelin büyükten küçüğe gidelim, temel biyoloji bilgilerimizi tazeleyelim:
Organizma: Canlı bir varlığı oluşturan organların tümüne denir. Örneğin insan organizması, kurbağa organizması, Elma ağacı organizması (ağacın bütünü)
Sistem: Aynı amaç için bir yapı sisteminde çalışan organların bütünüdür. Örneğin insan sindirim sistemi, kurbağa solunum sistemi, Elma Ağacı kök sistemi
Organ: Canlı bir vücuttaki dokuların bir araya gelerek anatomik ve işlevsel bir bütün oluşturduğu, belirli bir görev yapan ve sınırları kesin olarak belirlenmiş vücut bölümüne organ denir. Örneğin insan midesi, kurbağa akciğeri, elma meyvesi
Doku: Organları meydana getiren, şekil ve yapı bakımından benzer olup, aynı vazifeyi gören, birbirleriyle sıkı alâkaları olan aynı kökten gelen hücrelerin topluluğudur. Örneğin insan mide bağ dokusu, akciğer zarı, elma epidermis dokusu
Hücre: Bir canlının yapısal ve işlevsel özellikleri gösterebilen en küçük birimidir. Hücreler bir araya gelerek dokuları oluşturur.
Hücre, diğer yukarıdakilerden farklı olarak kendi başına da bir canlıdır.
Gelin şimdi hücrenin resmine bakıp genin ne ve nerede olduğuna buradan bakalım: 

 
Resim 1: Teorik bir canlı hücrenin, teorik çizimi.
Evet, genin nerede olduğunu bulmak üzereyiz. Az kaldı.

Hücre bölünerek çoğalır. Yukarıdaki resimde gördüğünüz çekirdekçik, kromatin ipliğin yoğunlaşmış şeklidir. Bunlar hücre bölünmesi anında kısalıp, kalınlaşarak belirginleşir ve kromozom adını alırlar. Kromozom sıkışmış DNA' dır. Görevleri, hücrenin yönetimini ve kalıtımı sağlamaktır. Her canlı türünde belli sayıda olup, zamanla değişmez.
Normal zamanda kromatin iplikçikleri halinde çekirdek içerisinde bulunan DNA, hücre bölünmesi sırasında sıkışarak kromozom şeklinde eşlenmiş hale gelir. 

Bir çizim ile anlatacak olursak:
Resim 2: Teorik bir canlı hücrenin, teorik bir kromozomunun teorik olarak çizimi ve DNA sarmalı.

DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) : Tüm organizmalar ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ve biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan bir nükleik asittir.
İşte bir organizmanın nasıl oluşup nasıl işleyeceğinin tüm bilgisi bu DNA zinciri içerisindedir. Gen ise sözlük anlamı ile,
Gen: Bir kromozomun belirli bir kısmını oluşturan dizidir. (Yani kromozom üzerinde bir bölgedir
 
Resim 3: Gen(ler)in nerede olduğunun basit tarifi


Yani gen kromozomun ya da DNA zincirinin uzun ya da kısa olabilen bir parçasıdır ve her bir gen organizmanın oluşumu veya işleyişi ile ilgili bir bilgi taşır. Kimi zaman organizmanın belirli bir özelliğinin bilgisi tek bir gen tarafından belirlenirken kimi özellikler birden çok gen tarafından belirlenebilir.
İşte bu noktadan sonra işler daha da karmaşıklaşıyor. Bir genin, bir canlının hangi özelliklerini yönettiğini ya da bir özelliğin bilgisinin hangi genlerde olduğunu bilmek çok zor. Örneğin insanlarda göz rengi:
İnsanlarda Göz Renginin Genetik Durumu
"Önceleri bilim adamları insanın göz rengini sadece bir çift genin belirlediğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla bu düşünceye göre kahverengi göz dominant (baskın), mavi ise resesif (çekinik) olarak tanımlanmıştı. Günümüzdeyse artık bu düşüncenin doğru olmadığı, göz rengini belirleyen mekanizmanın daha karışık olduğu ve en az üç farklı gen tarafından kontrol edildiğini biliniyor. Bu genlerden ikisi 15. kromozom (bey 1 ve bey 2 genleri) biri ise 19. kromozom (gey geni) üzerinde bulunuyor. Bey 1 geni kahverengi göz rengi koduna, bey 2 geni kahverengi ve mavi göz rengi kodlarına (kahverengi ve mavi aletler), gey geni ise mavi ve yeşil göz rengi kodlarına (mavi ve yeşil aleller) sahip.
Her ne kadar bu bilgiler mavi yeşil ve kahverengi göz renginin genetik geçişini açıklasa da, diğer göz renklerinin nasıl oluştuğunu veya mavi göz rengine sahip ebeveynlerden nasıl olup da kahverengi göz rengine sahip çocukların doğduğu açıklanamıyor. Bu da henüz daha kanıtlanamamış ve göz renginin belirlenmesi mekanizmasında görev yapan başka genlerin de olabileceği mesajını veriyor."
Burada vurgulamak istediğim asıl nokta, bırakın bir bitkinin ya da hayvanın genetiği değiştirildiğinde üretebileceği bilinmez maddelerin ne olabileceğini tahmin etmeyi; bilim şu anda insan göz renginin bile nasıl oluştuğunu ve hangi genlerce nasıl yönetildiğini net olarak bilememektedir.
Evet şimdi GDO' nun nasıl yapıldığı ve dolayısı ile ne sonuçlara yol açabileceğini aydınlatabiliriz:
GDO Nasıl Yapılır?
GDO yapmak için temelde 2 yöntem var. Daha sık kullanılan "Ti plazmid" yolu ile ve diğer, "gen bombardımanı". Daha net anlatabilmek için bir çizime bakalım:


 
Resim 4: Bitkilerde GDO yapımı.  
[Kaynak: Mirkov (2003) / http://bch.cbd.int/cpb_art15/training/module1.shtml indirme (30.01.2012) Tercüme Hakan Ozan Erzincanlı]

1. Safha: İstenen genlerin bitki hücresine verilmesi
Ti plazmid (Agrobacterium) Metodu:
Burada özellikle patates bitki köklerinde tümör yaptığı bilinen ve bitki hücrelerine sahip olduğu Ti plazmid (tumor inducing plazmid) aracılığı ile gen aktarabilen "Agrobacterium tumefaciens" adlı bir toprak bakterisi kullanılır.
Plazmid: Bakteri sitoplazmalarında (hücre duvarı ile çekirdeği arasındaki kısım) bulunan ve kromozom gibi davranan DNA’lar. Plazmid, kendi kendini eşleyebilen, kromozomdan ayrı bir DNA parçasıdır. Tipik olarak dairesel ve çift sarmallıdır.
Bu Ti plazmide bitkiye aktarılmak istenen gen (örneğin ot ilaçlarına dayanıklılık geni. Böylece örneğin mısır bitkisi yetiştirilirken üretici, otlara ve mısır bitkilerine dilediği kadar ilaç atacak ancak GDO mısırlara bir şey olmazken otlar ölcektir), bunun yanı sıra belirli bir tip antibiyotiğe direnç geni eklenir. Bu Ti plazmid, Agrobacterium Tumaficens' e konulur. Sonra bir besi ortamında bitki hücreleri ve Agrobacterium Tumaficens birlikte yaşatılır. Agrobacterium Tumaficens özelliği gereği bu tümör yapıcı plazmidi bu sırada bazı bitki hücrelerine aktarır.
Bundan sonrası iki metotta da aynı olmakla beraber bu aktarım bir de gen bombardımanı metodu ile yapılır.
Gen Bombardımanı (parçacık tabancası) Metodu
İçerisinde belirli bir tür antibiyatiğe dayanıklılık geni de içeren istenilen genlerin DNA kodu ile kaplanmış parçacıklar (bunlar özel enzimlerle, örneğin Bacillus thuringiensis bakterisinden, alınır. Bu gen mısır iç kurduna zehir üretme bilgisini taşıyan DNA kodudur ve bu tip GDO' lu mısırlara bakteri adının ilk harfleri eklenerek "Bt mısır" deniyor) bitki hücrelerine bir parçacık tabancası ile püskürtülür. Yani bu DNA parçaları bitki hücrelerine bombardıman yapılır.
2. Safha: İstenen genleri DNA' sına eklemiş hücrelerin tespiti ve ayrıştırılması
Çizimde detayı verilmemiş olmasına karşın istenen gen parçacığının eklenmiş olduğu hücreleri tespit için hücreler antibiyotik ile muamele edilir. Genlerine antibiyotiğe direnç geni de içeren genleri almış olan bitki hücreleri yaşarken, genleri değişmemiş olan bitki hücreleri ölür. Canlı kalan hücreler ayrılarak alınır.
3. Safha: Seçilmiş hücrelerin çoğaltılması
Bu aşamada çeşitli besin ve hormonlarla bitki hücreleri yapay ortamda çoğaltılır ve kallus elde edilir. Kallus, organize olmamış parankinma hücrelerinin kitlesel yapısıdır. (örneğin ağaçların yaralanan kısımlarında yarayı kapatmak için oluşan kısımlar kallustur.)
4. Safha: Kallustan köklü filizcikler elde edilmesi
Kallusa önce kök geliştirici ve ardından yaprak geliştirici bir hormon verilir. Böylece filizcikler elde edilir. Bu aşamada totipotensi ilkesi çalışır. İnternette iyi bir tanım bulamadığım için tanımını ben yapayım:
Totipotensi: Tek bir hücrenin, sahip olduğu DNA bilgisi sayesinde tam bir organizma meydana getirebilme potansiyeli.
5. Safha: Köklü filizciklerden bitki elde edilmesi
Bu aşamada köklü filizcikler büyütülür ve zamanla toprağa aktarılır. Böylece genetiği değiştirilmiş bir organizma olan bitki oluşmuştur. Artık, örneğin bir Bt mısır ise,  bu bitkiyi yemeye çalışan mısır iç kurtları ölecektir. Çünkü bu bitkiye, aslında Bacillus thuringiensis bakterisinin sahip olduğu mısır iç kurduna zehir üretme yeteneği insan tarafından bahşedilmiştir. (Ve bu yeteneğe sahip bitki artık, bu çalışmaya yatırım  yapmış olan firmanındır.)
Peki GDO' nun Tüketene Etkisi Ne Olabilir?
Tüm bu yukarıdakileri okuduysanız artık siz de bu konuda bir uzman sayılırsınız ve şimdi açıklayacağım kısımlar umarım daha kolay anlaşılır olacaktır.
Yukarıda insan göz renginin nasıl ve hangi mekanizmalarla oluştuğunun tam olarak bilinememesi (ve uzun süre tam olarak bilinmesinin mümkün olamaması, bilinse bile "tüm mekanizmadan" emin olmanın çok zor olması) gibi;
1- Bir bitki veya hayvanın da bir kromozomunda bir bölgenin değiştirilmesi sonucunda "o organizma ne üretir ya da önceden ürettiği neyi üretmeyi keser?" sorularının cevabını yanıtlamak çok çok zordur.
2- Genetiği değiştirilmiş organizma daha önce hiç bilinmeyen ve bir ihtimal doğada hiç var olmamış yeni maddeler (proteinler) üretebilir. Bunların özellikle uzun dönemde bu canlıları yiyenlerde ne gibi etkilere yol açacağını bulmak çok çok zor ve zaman alıcıdır.
3- GDO (transgenik) gıdaların özellikle tüketenin sağlığına zararlı etkilerinin olup olmadığını anlamak için risk analizleri yapılmaktadır. Ancak iyi bir risk analizi yapabilmek için metottan ziyade gerekli en önemli bilgi, olası etkilerdir. Örneğin 20 kromozomunda 50.000 gen içeren 2,5 milyar baz taşıyan mısır DNA' sının bu genler aracılığı ile tam olarak neler ürettiğini (insan gözü örneğinde görüldüğü gibi bazı özellikler birden çok genin birbiri ile etkileşimi ile ortaya çıkar), bu genlerin korelasyonu ile neler üretebileceğini, genlerin yeri ve yapısında yapılacak yapay bir değişikliğin ne gibi sonuçlara yol açacağını bilmek mümkün müdür? Bu bilinse bile bundan emin olmak çok ama çok zor olacaktır. Çünkü bu bahsettiğimiz 50.000 gen içeren mısır da çalışmadan çalışmaya farklı çeşitlerde olduğundan (yani farklı mısır türleri ile GDO çalışmaları yapıldığından), ortaya akıl almaz bir olasılıklar listesi çıkacaktır ve bu olasılıkları tam olarak bilmeden, yetkin bir risk değerlendirmesi yapılamaz. Çıkan sonuçlardan bilimsel açıdan, istatistiki güvenilirlik payları ile bile emin olunamaz.
Durum Bu iken Neden Israrla GDO Yapılıyor?
Bence şu sebeplerden GDO yapılıyor:
1- Yukarıda anlattığım bu teknik bilgileri elde edecek teknolojik seviyeye ulaşmak büyük masraflara sebep olur. Temel olarak bilimciler, yapılan bu çalışmaların dünyaya ve insanlığa faydalı olduğuna önceleri kendileri ikna olur (yoksa meslekleri ve kendileri işlevsiz kalacaktır) ve sonra bu çalışmalar için finans desteği sağlayacak kurumları, şirketleri sonrasında beraberce hükümetleri ikna ederler. Bilimciler çalışmalarına para bulamazlarsa bu konuda gelişme olmaz (ya da finans kaynakları bulundukça, yavaş yavaş olur), bilim hazla ilerlemez ve bu bilimcilerin bildikleri bu kadar bilgi ve emek boşa gider. Ayrıca bilimciler bu yavaş giden gelişmeleri bekleyecek kadar sabırlı değillerdir. Bulunacak bu ilginç şeyler onlar hayattayken kendileri tarafından bulunmalı ve isimleri tarihe geçmelidir.
Öğrendiğiniz bir bilgiyi kullanmamanın bedeli var. Örneğin ben biyoteknoloji yüksek lisansı yaptım. Ancak GDO' nun zararlı olduğunu ve asla yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bu konuda çalışıp gelir elde etmekten feragat etmeyi göze almak zorundayım. Doğruları savunmak kolay değil...
2- Bir firma bir mısıra sahip olamaz normalde. Örneğin A firması çıkıp da "xx mısırı" benimdir. Ben izin vermedikçe kimse bu mısırı ekemez, dikemez. Ancak benden satın aldıklarınızı ekip, dikebilirsiniz" diyemez. Derse saçma olur çünkü o mısır insanlığın hatta dünyanın hatta evrenin ortak mirasıdır. Ancak ilgili firma bu mısırın genlerini belirli bir yatırım yapıp da doğada asla var olamayacak şekilde değiştirirse bu mısırı sahiplenebilir. Evet genlerin 50.000' de 1' ini değiştirse de yeni mısır varyetesini sahiplenerek patentleyebilir ve bunun alımı-satımı ile ilgili tüm gelirlere talip olabilir.
Bu iki maddeden ötesi (GDO' ların açlığa çare olacağı, verimi arttırdığı, daha sağlıklı gıdalar üretilmesine sebep olabileceği) firmaların ve bilimcilerin olası gelirlerini kaybetmemek için buldukları çeşitlemelerdir ve tümü kolayca çürütülebilir.
Sonsöz
GDO' nun zararları ile ilgili soru geldiği zaman, cevabı yeteri kadar verebilmek için bu işin içeriğini de detaylı anlamak, anlatmak gerekiyor. Yoksa dinleyicilerin, uzmanlar grubu karşısında sürekli bir sorular yumağı içerisinde kafası karışıyor. Söz konusu bilgi eksikliği boşluğundan faydalanan konuşmacılar da nereden tutarlarsa istedikleri gibi konuyu anlatıyorlar.
Bu yazıda GDO yapım safhalarının sonuna kadar olan kısım (insan gözünün kalıtımı ile ilgili yaptığım kısa yorum hariç) tamamen yorumlarımı içermeyen bilimsel bilgidir. Burayı okuyarak GDO' nun ne olduğunu, ne gibi etkileri olabileceğini kendiniz değerlendirebilir; uzmanlara soru sorarken bu bilgilerden faydalanabilirsiniz.



 
GDO' nun Çevreye Etkileri ve Tıpta Kullanımı

Bir önceki yazımda GDO' nun ne olduğu, nasıl yapıldığı ve temelde neden korkulduğunu yazmaya çalışmıştım. O yazıda temelde GDO' nun insan sağlığına olası etkilerini, bilinmezlikleri ve riskleri anlatmaya çalışmıştım.
Oysa sadece insan sağlığına ve sadece yiyeceğimiz gıdadaki GDO' ya odaklanmak kendimizi korumak amaçlı verdiğimiz içgüdüsel bir tepki ve günümüz insanının içgüdüsel tepkilerle yaşama lüksü "maalesef" yok. Sistem çok daha karışık ve aşağıda, bir çoğumuzun haberi bile olmadan GDO daha ne şekilde hayatlarımızı etkileyebilir, onu anlatacağım.

İnsan Dışı Canlılar ve Biyoçeşitlilik
İnsanlık olarak dünyayı parselledik ve sahiplendik. Bitkilerin, hayvanların, havanın, suyun, dağın, taşın sahibi olduğumuzu iddia ediyor ve böyle yaşıyoruz...
Dünyayı defalarca yok edecek güçte silahlarımız var...
İnsanlık olarak zenginleştiğimizi, güçlendiğimizi sandıkça aslında fakirleştiğimizi içten içe belki fark, belki hissediyoruz. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Başkanı Ahmed Djohlaf, 2010 yılında İngiliz Guardian gazetesine verdiği bir ropörtajda bakınız ne diyor:
Bilimadamları, dünyada her 24 saat içerisinde 150-200 bitki, böcek, kuş ve memelinin soyunun tükendiği tahmin ediyor. 

 
Bu neredeyse doğal ya da tarihte olan oranın 1000 katı. Ve birçok biyologa göre bu, 65 milyon yıl önceki dinozorların yok oluşundan beri olan en büyük yok oluş. Memeli türlerinin % 15' i ve kuş türlerinin % 11' i soyu tehlike altındaki türler listesinde.1
Dünyada toplam 1.742.000 canlı türünün tanımlandığı ve 4.926.000 canlı türünün bulunabileceği belirtilmekte.2 Buna göre türler bu hızla yok olursa 100 yıl içerisinde doğada yaşaması mümkün olmayan birkaç evcil bitki ve hayvandan başka canlı türü kalmayacağını öngörebiliriz. (Bence hemen bir fotoğraf makinesi ile günümüzde görme şansı bulduğunuz tüm bitki, hayvanların fotoğrafını çekip bir sandıkta torunlarınıza hatıra olarak bırakın; çünkü bu gidişle onlar bunların gerçeğini asla ama asla göremeyecek.)
Ve bizler biyoçeşitliliği korumak için büyük seferberlikler başlatıp ciddi önlemler alabilsek bile genetiği değiştirilen canlılar, doğadaki yabani ve evcil türlerle çiftleşip onların genetiğini değiştirebilir ve bunun geri dönüşü maalesef pek mümkün  olmaz.
Genetiği Değiştirilmiş Bir Canlı, Diğer Canlı Türlerini Nasıl Değiştirir?
Örneğin lahanagillerden bir yağ bitkisi olan kanola (kolza)' nın GDO varyeteleri; kendi ailesindeki karnabahar, brokoli, yabani turp, yabani şalgam, yabani hardal ile tozlaşabilir (yabani hardalı [Sinapis arvensis L.] bilirsiniz, ilkbahar ve yazın etrafta sarı sarı çiçek açan ve çok geniş yayılış gösteren bir bitkidir). Bu durumda örneğin normalde yabani hardala
zarar verip nüfusunu kontrol altına alan bir böcek; GDO (Bt geni) içeren hardalların ürettiği zehir sebebi ile bitkinin nüfusunu kontrol edemeyecek ve GD' leşmiş yabani hardal bu avantajı ile bölgedeki tüm florayı (biteyi) işgal edebilecektir.
Ayrıca genetiği değiştirilmiş bitkiler ile tarım yapılan bir bölgede, etraftaki üreticiler asla GDO bitki üretmek istemeseler de rüzgar, arılar, kelebekler aracılığı ile taşınan GD polenler; GDO' suz bitkilere ulaşabilir ve onları da GDO' lu yapabilir.
Yine örneğin genetiği değiştirilmiş bir balığın, yetiştirildiği havuzdan-kafesten kaçması durumunda (ki bu sıklıkla olur); bu balık doğal türdeşleri ile çiftleşerek o türün genlerinin değişmesine kolaylıkla sebep olabilir.
Tıpta GDO' lar, Biyosentetik Ensülin Üretimi
Ve aslında risk çok daha da yakınımızda. Şeker hastalarının tedavisinde kullanılan ensülinin günümüzde nasıl üretildiğini biliyor musunuz? Şöyle:
1- İnsan ensülin proteinini üreten gen, insan kromozomundan alınarak izole edilir (ayrıştırılır).
2- Bu gen, bir bakterinin plazmidine eklenir. Plazmidler bakterinin içerisine konulur. Böylece insan ensülin proteinini üreten gen bir bakteri DNA' sına eklenmiş olur.
3- Bu bakteri uygun bir besin ortamına konulur ve doğal olarak insan ensülin proteini
üreten geniyle birlikte bölünerek çoğalır.
4- Böylece bu bakteri tarafından şeker hastaları için gerekli ensülin bolca ve domuz veya inekten üretilen ensüline göre çok daha ucuz şekilde üretilmiş olur. Buna "biyosentetik ensülin" denir.3 Şimdilerde bu üretim bakteriler yerine Aspir bitkisi ile yapılmaya başlanıyor, böylece üretim maliyetleri düşecekmiş.4
1980' lerde "biyosentetik ensülin" in keşfedilmesi, domuz ve inek ensülinine göre çok daha ucuz şekilde üretilebildiği için şeker hastalarının ilaç masraflarını çok azaltmış ve patent sahibi firmayı zengin etmiştir.
Evet, sağlığı söz konusu olduğu zaman bir insan "tamam, bu ilaç satın alamayacağım ücretlerde üretilecek ve ben hayatımı sağlıklı şekilde sürdüremeyeceksem, GDO' larla üretilmiş ilaçları kullanabilirim" diyebilir.(Tabii merak ediyorum acaba kaç şeker hastası kullandığı ensülinin GDO bakteriler tarafından üretildiğini biliyor? Aspir ile üretilecek olsa bilecek mi?) Ancak bu bakterilerin doğaya karışmasını önlemek mümkün mü? Bu biyosentetik ensülin 1980 'li yıllardan beri üretilip kullanılıyor. Ve bunun üretiminde yaygın olarak kullanılan bakteri "E. coli". Bu bakteri her yerdedir: toprakta, havada, elimizde, suda... Ayrıca ayçiçeği ile aynı familyadan olan GDO aspir bitkisini de hatırlayalım.
Yani;
1- Genetik mühendisliği kullanılarak canlıların
genlerine müdahale etmek ile doğadaki canlılar, doğal DNA yapılarını kaybedebilir ve bunun geriye dönüşü imkansıza yakındır.
2- Parmağınızı bastığınız herhangi bir noktada, uzak bir akrabanızın DNA' sının bir kopyasına sahip, ataları 1990 yılında laboratuardan kaçmış (ki bu çok mümkündür) bir bakteri bulunabilir. (Dikkat edin, o bakteri akrabanız sayılır:)
Sonuç
Tıp amaçlı bile olsa genetik mühendisliği ile genlere yapay olarak müdahale etmek doğal yaşamı ve dolayısı ile insanı olumsuz etkiler. Olası kayıplar geri dönüşsüzdür. Şeker hastalığına karşı belirlenmesi gereken ana politika, insanlar hasta olduktan sonra tedavi etmek için ucuz ensülin üretmek değil; hastalığın hiç oluşmamasını sağlayacak tedbirler almaya çalışmak olmak zorundadır.
Şeker hastalığı son 100 yılın hastalığıdır ve yanlış tarım, gıda, sağlık politikalarının; vahşi kapitalizmin ürünüdür.
Günümüzde tarım endüstrisi gıda endüstrisini ve o da tıp endüstrisini beslemektedir. Bu döngü içerisinde de herkes, alır verir ve ekonomiye can verir. Ekonomi canlandıkça gerçekte doğanın ve dolayısı ile insanın öldüğü; gelecek nesillerin önü alınamaz şekilde yoksullaştığı görülmez.
Bu makalemi de bir önceki ile aynı şekilde bitirmek istiyorum:
İnanılamaz bir karmaşa içerisinde akıl almaz
bir düzen sağlayan DNA' ya, insanların zorla ve hile ile müdahalesinin son bulması dileğimle...

Sevgi ve saygılarımla
 

Hakan Ozan Erzincanlı

 
Bu makalenin orijinali www.tarimsal.com adresinde yayınlanmaktadır. Makaleyi, kaynak ve yazar belirtmek şartı ile istediğiniz yayın organında sınırsız olarak yayınlayabilirsiniz.


Kaynaklar
  http://www.i-sis.org.uk/gmSaffloweHumanPro-Insulin.php

 16 Ağustos 2010




1 yorum: